fbpx

Türk tarihi boyunca, kurmuş olduğumuz devletler diğer devletlerle çok çeşitli antlaşmalar yapmıştır. Bunlardan bazıları çok iyi antlaşmalar olurken bazılarıysa oldukça kötü antlaşmalar olmuştur. Tarihimiz oldukça geniş olduğu için bazı antlaşmalarımız aynı isimleri taşımaktadır. Her ne kadar isimleri aynı olsa da bu antlaşmaların nitelikleri aynı olmayabilmektedir. Örneğiniz; 1553 yılında imzalanan İstanbul Antlaşması’nda protokol bakımından Avusturya Arşidükü ve Osmanlı Sadrazamı birbirine denk sayılmıştır ve Osmanlı, Avupa’ya üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Bu antlaşma her ne kadar oldukça güzel sonuçları olan bir antlaşma olsa da aynı ismi taşıyan ve bu antlaşmadan yaklaşık 150 yıl sonra imzalanan 1700 İstanbul Antlaşması’ndaysa Osmanlı yenilgiyi kabul etti ve Rusya’ya çeşitli imtiyazlar tanımak zorunda kaldı.

Her ne kadar bu antlaşmaların isimleri aynı olsa da gördüğünüz üzere birisi Osmanlı için oldukça iyi sonuçlar içerirken diğeriyse Osmanlı için kötü sonuçlar içermektedir. Bu antlaşmalar isim benzerliğinden dolayı zaman zaman karıştırabiliyor ve bizim için iyi olan antlaşmalar kötü, bizim için kötü olan antlaşmalar ise iyi olarak algılanabiliyor. Tam olarak bu durumu yaşadığımız iki önemli antlaşma bizim tarihimizde yer etmektedir. Bu antlaşmalar Lozan ve Uşi antlaşmalarıdır.

Aslında bu Uşi Antlaşması İtalya tarihinde “Trattato di Losanna” yani “Lozan Antlaşması” olarak geçer ancak biz, karışıklık olmaması için Uşi Antlaşması demeyi tercih ediyoruz. Her ne kadar böyle bir yöntem uyguluyor olsak da yine de karıştırıldığına zaman zaman şahit oluyoruz, özellikle de adalar meselesinde. Pek fazla kendi düşüncemi katmak istemiyor olsam da bu karışıklığı bazı kesimlerin diğer bir kesimi “adaları vermekle” suçlamak için bilerek çıkardığını düşündüğümü belirtme ihtiyacı duyuyorum.

Bu iki antlaşmadan ve 12 adalar meselesinin hangi antlaşmadan ne şekilde etkilendiğinden bahsetmemiz gerekiyor. Elimizde iki tane antlaşma var bunlardan birisi Kurtuluş Savaşı sonrasında imzalanan 1923 Lozan Antlaşması, diğeriyse İtalya’nın Libya’ya yaptığı saldırı ve Osmanlı’nın Balkanlarda çıkan savaştan dolayı geri çekilmesi üzerine imzalanan 1912 Uşi Antlaşması’dır.

Öncelikle Uşi Antlaşması’ndan bahsederek kronolojik şekilde ilerleyelim. Bu antlaşma İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanmıştır ancak dediğimiz gibi karışmaması için Uşi olarak adlandırılmıştır. Bu antlaşmanın maddelerinden bahsedecek olursak;

– Trablus ve Bingazi’ye özerklik tanınacak, bu vilayetler yeni bir kanuni düzenleme ile yönetilecek.

– Trablusgarp ve Bingazi’de Osmanlı Devleti’nin çıkarlarını, padişah adına naibü’s-sultan olarak tayin edilen bir görevli koruyacak, dini ve adli işler, padişah tarafından seçilecek kadılar eliyle yürütülecekti. Kadı ve naibü’s-sultanın maaşları, Osmanlı maliyesince ödenecekti.

– İtalya On iki Ada’yı geçici olarak elinde tutacak, Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşları’nda bu adaları savunamayacaktı.

Son maddeye baktığınız zaman adaları geçici olarak İtalyanlara verdiğimizi görebilirsiniz. Bunun başlıca sebebi Balkan Savaşları esnasında Osmanlı’nın adaları koruyamayacağını düşünmüş olması. Bu yüzden Osmanlı bu toprakları kendi toprağı değilmiş gibi göstermeyi amaçlamış ve geçici olarak İtalya’ya devretmiştir ancak bu adaları İtalya geri vermemiştir. Yani 12 Adalar elimizden ilk kez sanıldığı gibi 1923 Lozan Antlaşması’nda değil, Uşi Antlaşması’nda çıkmıştır.

Peki, Lozan Antlaşması’nda hiç mi bir şey olmadı? Elbette oldu. Lozan Antlaşması’nda:

Midilli, Limni, Sakız, Semadirek, Sisam ve Ahikerya adaları üzerinde Yunan hakimiyeti hususunda Osmanlı Devleti’nin imzalamış olduğu 1913 tarihli Londra Antlaşması ve 1913 tarihli Atina Antlaşması’nın adalar hakkındaki hükümleri ve 13 Şubat 1914 tarihinde Yunanistan’a bildirilen karar, adaların askeri gayelerle kullanılmaması şartıyla aynen kabul edilmiştir. Anadolu kıyısına 3 milden az mesafede bulunan adaların ve Bozcaada, Gökçeada ile Tavşan Adaları üzerindeki Türk hakimiyeti kabul edilmiştir.

Yani çoktan bizden çıkmış olan adaları bu şekilde Yunanistan’a resmi olarak da devretmek durumunda kalındı. Geriye kalan kısmı ise Lozan’ın 15. maddesiyle İtalya’ya devredilmiştir ve adalar üzerindeki haklardan feragat edilmiştir. Antlaşma maddesi şu şekildedir:

– Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçer: Bugün İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Lcros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve Istanköy (Koş) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası

Böylelikle Lozan Antlaşması’yla Türkiye adalar üzerindeki haklarından vazgeçmeyi kabul etmiştir ancak Lozan Antlaşması’ndan sonraki yıllarda dünya büyük bir savaşla sınanmış ve 2. Dünya Savaşı gerçekleşmiştir. Bu savaşta İtalya kaybeden tarafta yer aldığı için İtalya’nın da tüm Ege Adaları Yunanistan’a devredildi. 1947 Paris Antlaşması’yla beraber İtalya’ya ait adaların tamamı Yunanistan’a devredilmiş olsa da adacıklar ve kayacıklar konusunda hala tartışma sürmektedir.

Adalar krizi siyasi olarak çözülmesi oldukça kısır bir konudur çünkü antlaşmalar zaman zaman tarafların işine geldiği gibi yorumlanmaktadır. Biz en objektif şekilde bu yazıda olayların nasıl geliştiğinden bahsetmeye çalıştık. Özellikle buradaki en önemli vurgumuz 12 adaların elimizden çıkmasının Lozan Antlaşması’yla değil, Uşi Antlaşması’yla gerçekleşmiş olmasıdır.

Alperen Özdemir içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!
Abonelik
Bildir
guest
0 Yorumlar
Satır içi yorumlar
Tüm yorumları görüntüleyin
Alperen Özdemir içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!

Okuyucuların Beğendiği İçerikler

Birçok kişinin ‘’zor ama maaşı iyi, garanti meslek gibi’’ düşünceleriyle ün kazanmış bir bölüm olan tıp fakültesini size en ince detaylarıyla aktaracağım. Öncelikle fakülteye gelmeden önce kendinizi ilk gün yapılacak çaylak şakasına ve ileri zamanlarda daha siz TUS isimli bölüm seçmenize yarayan sınava girmeden ‘’Sen ne doktorusun? ‘’ veya diş hekimliği ayrı bir bölüm olmasına […]
Yaşanan herhangi bir gün hiç yaşanmasaydı, her şey daha farklı olur muydu? Misal dün hiç yaşanmasaydı veyahut bundan yıllar önce bir gün hiç yaşanmasaydı yine aynı mıydı hayatınız? Kadere inanmak subjektif bir bakış açısı olarak görünebilir ancak hayatın akışı olarak farklı bir yerden durumu ele alabiliriz. Bütün malzemeleri özene bezene kesip, doğrayıp harika bir yemek […]
Herkesin ölmeden görmek isteyeceği bir yer vardır. Yoksa da henüz keşfetmemiştir… Benim için burası Norveç. “Soğuk Cennet” veyahut “Kuzeyin İncisi” denilen bu ülkenin lanse ettiği imajı bir görseniz aşık olmamak elde değil. O yüzden henüz kendi ülkenizi keşfetmediyseniz ileride belki yol arkadaşım olabilirsiniz! Norveç ”Soğuk Cennet” Ülkenin yönetim biçimi anayasal monarşi ve başkenti Oslo‘dur. 385,207 […]
Her kitap ayrı güzel, dünyasına girdikten sonra… Ama bazı başyapıtlar vardır, gerçekten okumak zevk verir. Okudukça içine düşer, yeni bir dünyanın kahramanı olursunuz. Herkes için değişebilecek bir liste… Daha iyisi varsa da ben okuduğum kadarını biliyorum ve bunlar şu an en iyisi! Daha birçok türde konuşulacak kitaplar olsa da üç ayrı türde üç başyapıt derledim, […]

İlgini Çekebilir

Çoğumuzun, adını belki de hiç duymadığı fakat yaşamımızda denk gelebileceğimiz, farkında ve bilinçli olduğumuz takdirde erken tanı ve tedavi seçeneklerini düzenleyebileceğimiz, benim ise özel eğitim alanında tanıştığım bir sendromdan bahsetmek istiyorum sizlere: DiGeorge Sendromu. DiGeorge Sendromu (DGS) 22. kromozomun (22q11) delesyonu (kromozomun bağlı bulunduğu parçadan kopup silinmesi, yok olması) ya da translokasyonu (kopan veya kaybolan […]
“Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, […]
Bugün 10 Mart 2022. Gülistansız 796. gün “Ne durumdayım biliyor musunuz? Ölüm Allah’ın emri, ölüm dünyada var. Gençlerin ölümü zor ama biz her gün yeniden ölüyoruz. Her gün… Toprağa bile basmaya kıyamıyorum, acaba kızım içinde olabilir mi diye. “ 21 yaşında, Tunceli’de bir üniversite öğrencisiydi Gülistan Doku. 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana haber alınamıyor. […]
Bir girişim fikriniz var ve bu alanda bir marka oluşturmak istiyorsunuz ya da henüz küçük bir işletmesiniz ve işletmenizi büyütüp kârınıza kâr katmak istiyorsunuz. İşte bu yolda atmanız gereken ilk adım markalaşmak olmalıdır. Peki marka nedir?                Marka yalnızca kalabalık bir pazarda sizi diğerlerinden ayıran isim, logo ve slogandan ibaret değildir. Markanız insanların sizinle etkileşimde […]