Ve bir gün gelir, hayatın güzel tarafından kötü tarafını izlemeye mecbur bırakılırsın. Ne kadar olumlu ve pozitif düşünsen de, içindeki negatifliği yok sayamazsın. Gerçekçilik seni hayal dünyandan acı bir şekilde koparır. Ne kadar uzaklaşmak istesen de, yok saysan da kötü şeyleri, düzeltmeye de çalışsan, boşadır. Araya bir kere soğuk bir mesafe girmiştir.
Uzun süre düşündüm. Birbirimizi anlamadığımızdan geliyor bu soğukluk. Ayrı çağların insanı olduğumuzdan değil, ayrı acıların insanı olduğumuzdan bu mesafe. Anlamıyoruz birbirimizi. Ama şöyle bir gerçek var, ben seni hep anlamak istedim, sense bir kez koyamadın kendini benim yerime. Bunu fark edince işte durmak istedim, kendi acılarımın üstüne senin acılarını da yükleyemedim. Hep gülerdim, hep dalgaya alırdım acılarımı zaten, bilirdim geçici olduklarını. Ama fark ettim ki bu üzerime yapışıp kaldı. Üzüldüğüm zaman, yalnız kalmak istediğimde, tek başıma baş edemediğim anda dahi hiç kimse gerçekten canımın acıdığını göremedi, inanmadı. Ben de içimde yalan olan o güçsüzlüğü kabullenmek zorunda kaldım. Sustum, sustukça doldum. O yüzden demiştim zaten kardeşime “Güçlü olmak zorunda değilsin.” diye. Doldum, doldukça soğudum. İşte, o yüzden aramızda bu kadar mesafe var şimdi. Soğudum, soğudukça sıkıldım. Her şeyden ve herkesten. O yüzden inanmıyorum artık hiçbir duyguya.
Beni anlattığım kadar tanıyorsun. Anlattığım kadar. Derinime hiç inmedin ki. Çabalasaydın belki, beraber yıkardık duvarlarımı; belki pencere yapar önüne çiçek koyardık. Ama çabalamadın; bırak duvar yıkmayı, kapısını bile çalmadın. Ben de sana gösterdiğim çabayı bıraktım, karşılıksız olduğu için değil; ne kadar çabalarsam çabalayayım fayda etmeyeceği için. Bunu fark ettiğimde biraz geç olmuştu, çünkü birbirimize çok alışmıştık. Sevgi değildi işte, alışkanlıktı. Bunu anlayınca o duvarlarım daha da yükseldi işte, neden seviyor gibi yapmaya alışmıştık? Gerçekten sevemiyor muyduk? Alışkanlıklar da terk edilirdi bir gün, terk edilmeye layık mıydık? Terk etmek yakışıyor mıydı bize?
Dürüst olmak zor değildi ki. Dürüst olsaydık birbirimize, kaçmasaydık sorulardan, belki daha erken toparlanırdık. Mutlu olduğumuz anların çokluğu kadar, mutlu olabileceğimiz anların acısını da yaşıyorum şimdi. Suçlu değiliz ama suçsuz da değiliz. İkimiz de bir şeylerin bedelini ödeyeceğiz. Artık sıkıldığımız zaman boş yapamayacağız mesela ya da komik bir olay geçtiğinde başımızdan ilk iş birbirimizi arayıp güldüremeyeceğiz. Gülüşlerimizin ortak olmadığı gibi gözyaşlarımız da ortak olmayacak artık. Gerçi zaten ne zaman gözyaşlarıma ortak oldun ki, bu acıtmaz canımı.
Şu gerçeği de atlamak istemiyorum ama. Aynı acıları yaşasak da zaten aynı acıyı hissetmezmişiz hiçbir zaman. Farklı pencerelerden bakıyormuşuz çünkü. Demiştim sana; gel benimkine, her yer bahar bahçe diye.
Kendi pencerene çiçekler ekip başkasınınkini soldurmaman dileğiyle…