Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)
TBMM’nin ilk kapsamlı hariciye başarısı olan, savaşa son veren ve Milli Mücadele’de elde edilmiş askeri başarının diplomatik sahada tescillendiği antlaşma olan Lozan Barış Antlaşması, savaşa son veren bir barış antlaşmasıdır.
Bugün dahi bilen ve bilmeyen herkes tarafından konuşulan, hakkında en ufak bir fikri olmasa dahi bu bilgiye, günümüz şartlarında bile ulaşmaya imtina eden kişilerin bile yorumladığı bu antlaşmanın öneminin ve öyküsünün bilinmesi Türk gençliğinin umumi vazifesidir.
1. Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiğinde, galip devletler ile mağlup devletler arasında bir dizi barış antlaşmaları imzalanmıştır. Bu antlaşmalar ile barış hakim olmuş ve mağlup devletler galip devletler ile olan hesaplarını kesmiş ve bir çoğu rejim değişikliğine gidip yeni devletler kurarak siyasi hayatlarına temiz birer sayfa açmayı ummuşlardır. İmzalanan antlaşmalar; Versailles (Almanya), Neuilly (Bulgaristan), SaintGermain (Avusturya), Trianon (Macaristan) şeklinde olmuştur. Savaşın sonucunun Türkiye ayağı ise farklı ve Müttefikler tarafından beklenmedik bir biçimde gelişmiştir. Anadolu’da çift başlılık başlamıştır ve Osmanlı Hükûmeti ile TBMM karşı karşıya gelmiştir. Sözde Sevr Barış Antlaşması ile hukuken sona eren Osmanlı Devleti artık işlevini yitirmiştir. Anadolu’da Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve bir grup vatansever Türk subaylarından oluşan bir grup, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmış ve Müttefik Devletler’i üç cephede birden mağlup etmiştir. 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan TBMM Anadolu’daki Türk Devleti’nin tek hakimi olmuştur ve 1922 yılı itibari ile Milli Mücadele’nin tamamen diplomatik olan aşaması başlamıştır.
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanacak olan barış antlaşması için; Hariciye Vekili İsmet İnönü, Dr. Rıza Nur, Hasan Hüsnü Saka isimlerinin bulunduğu bir delege heyetini görevlendirmiştir. Rauf Bey (Orbay) bu görev için gönüllü olmuş ancak talebi Mondros Mütarekesi’ndeki başarısızlığı sebebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından geri çevrilmiştir. Delege Heyeti ise Ermeni meselesi ve kapitülasyonlar hakkında taviz vermemek üzere Ankara’dan yola çıkmıştır.
İtilaf Devletleri Lozan’a TBMM Hükûmeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükûmeti’ni de davet ettiler. Bu duruma tepki gösteren TBMM Hükûmeti, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdı.
Görüşmeler ve Antlaşmanın İmzalanması
Konferansa Müttefik Devletler tarafında: Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp Hırvat ve Sloven Krallığı katılmıştır. Türkiye tarafında ise TBMM’nin görevlendirdiği delege heyeti katılmıştır.
Konferansta Türkiye’nin amaçları; Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmek, kapitülasyonları kaldırmak, Türkiye ile Avrupa Devletleri ve Yunanistan arasındaki sorunları (siyasal, hukuki, ekonomik) çözmektir. Lozan’da TBMM Hükûmeti, sadece Anadolu’ya saldıran ve orada yendiği Yunanlarla değil 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni mağlup eden devletlerle de karşılaşıp hesaplaştı ve artık tarihe karışmış olan bu imparatorluğun tüm tasfiye davaları ile yüzleşmek zorunda kaldı. 20 Kasım 1922’de görüşmelerin başlamasının ardından Türkiye ve Müttefik Devletler arasında kapitülasyonlar, Musul sorunu gibi temel konularda görüş ayrılığı ve karşılıklı tavizlerden kaçınılması sonucu görüşmeler kesilmiştir (4 Şubat 1923).
4 Şubat 1923’te görüşmelerin kesilmesi savaş ihtimalini yeniden gündeme getirmiştir. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ordusu’na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiştir.
Karşılıklı tavizler verilmesi ile görüşmeler, 23 Nisan 1923’te tekrar başlamış ve 3 aylık bir süreç sonunda, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile son bulmuştur. Antlaşma 23 Ağustos 1923’te TBMM tarafından onaylanmıştır.
Antlaşmanın Sonuçları
Özetleyecek olursak:
-Boğazlar başkanlığı Türkiye’de olmak üzere uluslararası bir komisyona bırakıldı.
-Hatay haricinde olmak suretiyle, Türkiye’nin bugünkü sınırları çizildi.
-Kapitülasyonlar tamamen kaldırıldı.
-Azınlık sorunları (Ermeniler, Fener Rum Patrikhanesi, Azınlık Hakları) çözüme kavuşturuldu.
-Yabancı Okullar, Türkiye kanunlarına tabi tutuldu.
-Adalar (Gökçeada ve Bozcaada hariç ) Yunanistan’na bırakıldı.
-Musul Sorunu, Milletler Cemiyeti’nde görüşülmek üzere sonuçsuz kaldı.
-Hatay ve mübadele konusu çözümsüz kaldı.
Günümüzde Sorulan Sorular ve Yorum
Savaşlar uzlaşmalarla sona ererler. Bu durumda, Lozan Barış Antlaşması bir uzlaşmadır ve diplomatik bir zafer olma niteliği taşır. Lozan Barış Antlaşması yüzyıllar boyunca yerin dibine batmış olan Türk hariciyesini tekrar toparlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, tabiri caizse, tapusu, kurucu antlaşması, siyasi ve iktisadi bağımsızlığının kanıtıdır. Avrupa Devletleri’nin artık son vermek istediği Şark Meselesi’ne beklenmedik bir biçimde bir Türk Devleti tarafından son vermiştir.
Antlaşma, içerisinde gizli madde bulundurmamaktadır. Gizli madde gibi ithamlarda bulunmak soytarılıktan ve zırvalamaktan öteye gitmemek anlamına gelmektedir. Tamamen sona ermiş olan Osmanlı Devleti’nin halefi olarak savaş kazanmış bir devlet olan Türkiye, Müttefik Devletler’in karşısına çıkmış ve Osmanlı Devleti’ne dayatılmak istenen hükümleri inatla reddederek galip bir devlet olarak, gerekli imtiyazları almadan görüşmelere dahi katılmamıştır. Dolayısıyla müzakereleri 8 ay süren bir antlaşmanın Türkiye için bir hezimet olduğunu düşünmek lafügüzaf olacaktır.
Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye, üniter ve tam bağımsız bir devletin temellerini atmış, Misak-ı Milli’yi büyük oranda başarmıştır. Batılı devletlerin ise Türkleri Orta Asya’ya tekrar yollama hayalleri suya düşmüş, tam bağımsız ve demokratik bir devlet ile kendilerini karşı karşıya bulmuşlardır. Elbette ki Lozan’da da daha önce tarihte yapılan bütün antlaşmalar gibi çözülmeyen konular olmuştur ancak diplomasinin belirli kuralları vardır ve bu kurallardan biri de uzlaşmalarda önceliklerin belirlenmesi üzerinedir. Peki Türkiye’nin önceliği neydi? Tam bağımsızlık… Bu antlaşmanın alınabilecek en iyi sonuç olduğuna dair en iyi argümanı bize sözde Sevr Antlaşması ile Lozan Barış Antlaşması arasında yapılan karşılaştırmalar göstermektedir. Türkiye, masada her türlü bağımsızlık ve çözüm için mücadele vermiştir. Bu durumda, Osmanlı Devleti’nin borçlarının diğer devletler ile Türkiye arasında bölüştürülmesi, Türk vatandaşlarının daha önceden var olmayan özlük haklarının azınlıklar ile aynı seviyeye çekilmesi, ekonomik ve siyasi bağımsızlık, uluslararası alanda tanınma, barışı korumaya yönelik örgüt ve programlara dahil edilme, self determinasyon hakkı, milli sınırların %95 oranında istenen seviyeye getirilmesi gibi gelişmelerin hezimet olarak nitelendirilmesi gerçekliğe aykırı olacaktır. Ülkemizin uluslararası hukuk serüveni Lozan ile başlamış ve bugün hala sürmektedir. Bugün Lozan’ı eleştiren kanalların görevi, eleştirmek değil, Lozan’da başlayan diplomasi geleneğini devam etmektir. Lozan’da teslim alınan mirası koruyarak en az Lozan kadar kazançlı yahut ondan daha kazançlı antlaşmalar yapmak Türk diplomasisinin görevidir. Türkiye Cumhuriyeti uluslararası alanda, laik, üniter, demokratik bir hukuk devleti olarak biliniyorsa bunun temelleri bu kurucu antlaşma ile atılmıştır.
Görüşmelere Dair Kısa Bir Kesit
Lozan Konferansı 20 Kasım 1922 günü başlıyor. 4 Şubat 1923 Pazar günü saat dokuz buçuğu beş geçe İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un treninin Lozan’dan kalkması ile görüşmeler kesintiye uğruyor.
İsmet İnönü Lozan Konferansı’nın kesintiye uğramasından hemen öncesini anlatıyor.
“Beau-Rivage Oteli’ndeki 4 Şubat toplantısında bir aralık Lord Curzon’a sordum:
‘Şimdi döneceksiniz. İngiltere’ye gittiğiniz zaman, size sulhu soracaklar. Niçin gittiniz, niçin sulh yapmadan geldiniz, diyecekler. Ne cevap vereceksiniz? İngiltere için hayati olan meseleleri temin etmiş olmanız lazımdır. Türkiye için hayati olan meseleleri reddettiniz, bunu kabul edemezdik. Sulhu soranlara ne cevap vereceksiniz?’
Lord Curzon, memleketime gittiğim zaman benim ne cevap vereceğimi sordu. Bunun üzerine kendisine dedim ki:
‘Benim vaziyetim kolay. Ben Türkiye’ye gittiğim zaman, soranlara ne cevap vereceğimi size bir cümle ile söyleyeyim. Ben memleketime gittiğim zaman bana da niçin sulh olmadı, diye soracaklar. Bir cümle ile cevap vereceğim: Lord Curzon sulh istemediği için konferans kesilmiştir, diyeceğim.’
Lord Curzon oturduğu yerden âdeta havaya fırladı, ayağa kalktı, sözlerimi protesto etti. ‘Katiyen!’ dedi.
Ben, Lord Curzon’u zayıf tarafından yakalamıştım. Fikrimde ısrar ederek şöyle konuştum:
‘Memleketime gittiğim zaman söyleyeceğim, bütün dünyaya ilan edeceğim, Lord Curzon sulh istemiyordu, müzakereleri kısır bir sonuca vardırmak için elinden geleni yaptı. Konferans kesildi, yeniden harp başlayacak, diyeceğim. Sırf sulh yapmamak için, nerede bir bahane bulduysan, onların hepsinin üzerinde ısrar ederek konferansı akamete uğrattın. Benim kanaatim budur.’
Sonuç
Fikirlerine değer verdiğim biri şöyle bir cümle kurmuştu: “Toplumsal dönüşüm bireysel gelişim ile başlar.” Yani, Lozan Barış Antlaşması’nı gereksiz bir şekilde irdelemek ve toplumu yanlışa sevk edecek yorumlar getirmek yerine toplumumuzdaki herkes, kendini bireysel gelişimine odakladığı takdirde Lozan’da bize verilen ders ve alınan mirasın devam ettirilmesi mümkündür. Bu miras ve bize öğretilen normları heybemize koyduğumuz vakit, ülkemizin diplomatik hayatını doğru bir çizgi üzerinde ilerletebiliriz. Toplumsal dönüşümümüzü ise bu şekilde başlatmış oluruz.
Sözlerime Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleriyle son veriyorum: “Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sévres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!” (Nutuk)