Çiçekler çoktan açıp soldu, bahar gelip geçti. Dünya doğayla doyumsuzca renklendi ve yazın ortasında, bozkıra uyup sararmayı seçti. Yaşamın da mevsimler gibi hızla geçtiğini fark ettiğimde küçücük bir kız çocuğuydum. Ben gökyüzüne bakmakla çok meşgulken günler, mevsimler ve acımasızca yıllar geçti. Koştum hayatı yakalamak için, babam geç kalmayı hiç sevmezdi, alışkanlık olmuş olacak ki geç kalmak benim için hep en korkunç kabustan bile çok daha korkunçtu. Geç kalmayacağım diye acele etmekten ne gözümün önündeki güzellikleri görebildim ne de güzel anılar biriktirebildim. Derken bir gün, bir adam çıkageldi. Işıl ışıl gözlerini gözlerime dikerek “Yavaşla.” dedi bana. Ne yapacağımı, ne hissedeceğimi anlayamamıştım, açıkçası korkmuştum. Bir kez olsun durmak istedim, yavaşlamak değil. Gerçekten durmak. Başımı kaldırarak beni içinde olduğum maratondan çıkarmak üzere olan adama baktım. Seçmek zorundaydım. Ya geç kalırsam? Hayata geç kalmak istemiyordum ama bu adamı yalnız bırakmak da istemiyordum. Peki ya, ya hem hayata hem de bu adama geç kalırsam? Karar verdim. Yavaşlamayı seçtim, geç kalacağımı bile bile. Ama yavaşlayamadım, hayat çok hızlıydı ve ben nasıl yavaşlanılır bilmiyordum. Korktum ama yanımdaki adam bana güç verdi. Kendisiyle aynı hızda olmam için elimden bile tuttu. Bense ne yapacağımı bilemeyerek gülümsedim ve bu adamın iyice yanına sokuldum. Hiç tanımadığım bir yabancıydı bana hayatı görmeyi öğreten. Annemin hiçbir şey bilmediğini düşündüm, çünkü sıkı sıkı tembihlemişti bana yabancılar sadece zarar getirir diye. Belki de onun hikâyesindeki yabancı bendim. Her neyse, başta birbirimize alışmak zordu. O benden hızlı olmayı ve geç kalmamayı öğrenirken ben de ondan yavaşlamayı ve anın tadını çıkarmayı öğrendim. Uyumu yakalayana kadar kaç kez düşüp kalktık bilmiyorum ama en sonunda uyum sağlamayı başardık. Yavaşlamayı, anın tadını çıkarmayı çok sevmiştim ama onun hızlı olması gerekiyordu. Sanki hayatım boyunca koşturup durmamış gibi bunu kabullenemeyerek yavaşlaması gerektiğini söyledim. Beni dinledi, her zaman beni dinlerdi ve ne olduysa o günden sonra oldu. Solmuş yapraklarımın tekrar canlanmayacağının farkındaydım ama bilmediğim bir şey vardı, onun yapraklarını da solduruyordum. Bana yaşamı verirken benim lanetimi almıştı. Ölüyordu, korktum. Elimde avucumda ne varsa vermeye çalıştım, verdim de. Her şeye katlanabilirdim, yeter ki o eskiden olduğu gibi yaşam ve umut dolu olsundu. Onun için ölmeye bile hazırdım. Kabul etmedi. Ona söylemeden kaç gece tanrıya yalvardım. Benim canımı ona versin, o hayatta kalsın istedim. Olmadı. Benden tek bir şey istedi, son bir kez sesimi duymak. Tamam dedim, bende onun sesini duymak istiyordum yemin ederim. Ama onun için koşturmak beni o kadar yormuştu ki uyuyup kaldım. Bana yazdı, sesimi duymak için yalvardı ama duymadım. Görmedim. Uyandığımdaysa o çoktan gitmişti ve ben, en çok korktuğum şeyle baş başa kalmıştım. Geç kalmıştım.
Abonelik
0 Yorumlar