Merhaba arkadaşlar; bu yazımızda bir değişiklik yapıp bir kelimenin değil, Bir Anadolu türkümüzün kökenine inip hikâyesi içinde kaybolacağız. Bildiğiniz üzere hiçbir türkü durduk yere yazılmamıştır, hepsinin bir hikayesi vardır. Bu türkümüzün derinliklerine girdiğimizde de ince bir zekâ ve hiciv örneğiyle karşılaşacağınızı şimdiden sizlere garanti ederim. Haydi gelin öyleyse çok bekletmeden başlayalım.
‘’Manda yuva yapmış söğüt dalına’’ diye başlayan türkümüz Osmanlı döneminde, Kastamonu yöresinde yazılmış bir türküdür. Osmanlı döneminde Kastamonu yöresinde her bahane ile halktan vergi toplayan bir bey varmış. Halk ozanları da buldukları her fırsatta, düğünlerde, eğlencelerde beyin bu uygulamalarını türküleri ile eleştirirlermiş. Bu eleştiriler beyin kulağına giderek onu çok kızdırmış ve bey yöredeki din adamlarına da talimat vererek din adamlarının da hutbelerde ve vaazlarda kendisini savunacak sözler söylemesini, kendisini desteklemelerini emretmiş. Din adamları sohbet, vaaz ve hutbelerinde beyi haklı çıkaracak sözler sarf etmeye başlamışlar.
Ancak ne var ki ozanlar beyin eğlencelerinin vazgeçilmezleri arasındadır. Bir gün bey yine misafirlerini ağırlamak için tertiplediği bir eğlenceye ozanları da çağırır. Yalnız, bey adamlarına ‘’Bu şairlere herkese verilen et, yemek verilmeyecek. Cezalandırılacaklar. Dillerini tutmasını bilsinler. Onlara sadece et suyu ve ekmek verilsin. Şölendeki türkülerinde de beni ve idareyi eleştirmeyecekler. Onun dışında ne yaparlarsa yapsınlar.’’ diye talimat vermeyi de unutmaz. Beyin dedikleri bire bir yapılmış tabii ki. Ozanlara sadece et suyu ve ekmek verilmiş. İşte ozanlar bu saatten sonra ‘’Manda yuva yapmış söğüt dalına’’ türküsünü çalarak tarihimizin gelmiş geçmiş en güzel hiciv örneklerinden birini ortaya koyacaklardır. Kastamonu taraflarında et suyuna ekmek doğranarak yapılan tirit isimli bir yemek vardır. Ozanlar, bir yandan ekmeklerini et suyuna doğrarken bir yandan da türküyü söylemeye başlarlar:
‘’Sabahleyin erken çifte giderken, aman aman
Öküzüm torbadan düşmüş, gördün mü?’’
Öküz, Kastamonu ve çevresinde köylü halkın en çok işine yarayan hayvanlardan biridir. Öküzün gücü, köylü için bir yaşam kaynağıdır. Onunla dağdan odun taşır, çift sürer, onunla harman alır. Kastamonu dağlık, engebeli bir yöre olduğu için bir yere çift sürmeye, odun taşımaya giderken hemen hemen günün yarısı yolda geçer. Bu sebeple halk sabah erkenden uyanır ve yola koyulur. Köylünün asıl gücü olan öküzü beslemeye vakti yoktur ve bu yüzden de gidilecek yere kadar yolda öküzler boyunlarına asılı torbalardan yerler yemlerini. Çift sürülecek yere varıldığında bu sayede hem öküzler doymuş hem de vakit harcanmamış olur. Ancak yolda giderken öküzün boynundaki torba düşer ve bu fark edilmezse çift sürülecek yere gelindiğinde hayvan aç kalmış olur. Dolayısıyla da aç kalan öküzden hiçbir türlü verim alınamaz. Bu olaya ‘’öküzün torbadan düşmesi’’ denir.
‘’Yukarıda anlatılan olayla bizim ozanların ne alakası var?’’ diye düşünüyorsanız hemen o konuya geliyorum. Bahsettiğimiz olay ile ozan arasındaki bir benzetmedir. Ozan kendisini halkın gerçek dostu ve gücü olarak görmektedir. Bey tarafından yemeğinin kesildiğini yani ‘’torbadan düştüğünü’’ söylemektedir. Sonra da soruyor köylüye: ‘’Bu akıl almaz olayı gördün mü?’’
‘’Amanını amanını amanını yandım
Tridine tridine tridine bandım
Bedava mı sandın, para verip aldım’’
‘’Amanın ben yandım çünkü yemeğim kesildi. Kuru ekmeği suya banıp tirit yiyorum. Aç bırakılıyorum. Bu bedavadan, hiç yoktan, durup dururken başıma gelen bir şey değildir. Ben bunun bedelini beyi eleştirerek ödedim.’’ diyor. Ardından da devam ediyor:
‘’Manda yuva yapmış söğüt dalına, aman aman
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?’’
Manda da öküz gibi Kastamonu yöresinin önemli geçim kaynaklarındandır. Sütünden, kuvvetinden ve yağından faydalanılır. Ancak mandanın derisinin tüysüz olması onu dış zararlılara karşı korumasız kılar. Söğüt ağacının dalları yerlere doğru yayılır. Yayılan bu dallar mandalar için gölgelik yer oluştururlar. Mandalar da güneşe karşı tüysüz derilerini korumak için bu söğüt dallarının altına yatarlar. Böyle gölgelik bir yere yavrusuyla beraber yatan mandalar yuva yapmış izlenimi vermektedir. Mandanın yavrusu, kendisine göre daha ince ve korunmasız olduğundan sinekler çok kolay olarak bu yavruyu kapmıştır. ‘’Kapmak’’ Batı Karadeniz taraflarında ‘’ısırmak’’ anlamında da kullanılan bir mecazdır. Bu şekilde manda yavrusunun canı yanmış oluyor.
Ozan yukarıda bahsettiğimiz olayda yine bir benzetme kullanarak halkı; sütünden, yağından, gücünden yararlanılan mandaya; ozanı da onun korumasız yavrusuna benzetmektedir. Köylü, kendisini korumakla görevli beyin gölgesine yuva yapmış fakat yavrusunun yani ozanın canı yanmıştır. ‘’Sen bunu biliyor musun? Bu akılalmaz olayı gördün mü?’’ diyor köylüye ve devam ediyor türküye:
‘’Sabah ezanını okurken aman aman
Müezzin minareden uçtu gördün mü?’’
Yazımızın başında beyin, din adamlarına talimat verdiğini ve bunların bey taraftarı söylemlerde bulunduklarını yazmıştık. Bu sözler, beyden yana taraf olan din adamlarına bir eleştiridir. ‘’Bu zulmü yapana karşı söz söylediğimiz için imamlar da uçtular. Onları da kaybettik. Zulümden yana taraf tuttular. Bu olmaz şeyi de gördün mü?’’ diye köylüye sesleniyor ozanımız.